Şimdiye kadar farklı ülkelerde, şehirlerde, çeşitli kültür merkezlerinde çok sayıda semâ icra ettik. Semâzen cânlarla hasbihal ettiğimizde, mevlevîhânelerde yapılan semâların, sair yerlerde yapılan semâlardan daha tesirli olduğuna kanaat getirdik. İtiraf edelim; daha önce nice büyüklerin, erenlerin sema yapmış olduğu meydanlarda semâ icra etmek hiç kolay değil, bir sorumluluk yükleniyor omuzlarımıza. Lakin himmet ve rabıta sayesinde, hissedilen duygu ve alınan manevî haz, tüm bu zorlukları bertaraf ediyor.
Tarih 11 Eylül 2022 Pazar günü idi. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başörtülü valisi Doç. Dr. Kübra Güran Yiğitbaşı, İstanbul Tasavvuf İrfan ve Meydan Meşkleri Topluluğu’nu Afyonkarahisar’a davet etmişti. Sema yaptığımız yer, Mevlevi tarihi açısından oldukça önemi haiz Afyonkarahisar Mevlevihanesi’ydi. Afyonkarahisar Mevlevîhânesi denilince akıllara gelen ilk isim, Sultanımız Divânî Mehmed Çelebi’dir. Mezkûr mevlevîhânede medfun bulunan bu zât, nice yerlerde mevlevîhânelerin açılmasına vesile olan kişidir. Bu zât-ı muhterem ile alakalı şöyle denilmiştir:
Ol Muhammed ya’ni kim Sultân Dîvânî benâm
Yapdırup virdi nice dergâha hüsn-i intizâm
Pîr-i sânî dinse lâyıkdur ana bi’l-ihtirâm
Zîr-i zıll-i devleti cây-ı penâh-ı hâs ü âm
“O Muhammed, yani o namlı Sultan Divanî ki, nice dergâhlar yaptırıp onlara intizam güzelliği verdi. Ona hürmetle ikinci pîr dense layıktır. Onun baht gölgesinin altı, havas ve avâmın sığınağıdır.”
Şeyh Gâlib Hazretleri de yine Divani Mehmed Çelebi için şöyle demiştir:
Celâleddîn-i Rûm’un aynısın billah kendisin
Gürûh-ı evliyânun pâdişâhı bir efendisin
“Sen Allah için, Celaleddin-i Rumî’nin bir eşisin, kendisisin. Evliya topluluğunun padişahı olan bir efendisin.”
Afyonkarahisar Mevlevîhânesi’nde icra ettiğimiz Mevlevî mukâbelesinden önce kıymetli büyüğümüz Postnişin M. Fatih Çıtlak tarafından geleneğe uygun olarak Mesnevî sohbeti yapıldı. Bugün camii olarak kullanılan mevlevîhânenin meydanında, neredeyse oturacak yer yoktu. Halkın teveccühü; bu ocaklara nasıl da özlem duyulduğunu gösteriyordu. Ziyaretçiler öylesine kalabalıktı ki Ankara, Konya gibi çevre illerden gelerek bu tarihî hâdiseye şahitlik etmek istemişlerdi. Vali hanım, kendileri de sağ olsunlar, seyirciler arasında bulundular, programımıza bizzat teşrif ettiler. Mesnevî sohbetinin akabinde, kısa bir sunum ile semânın bölümleri, dervişlerin kisveleri hakkında malumat verildi. Sonrasında mukâbele başladı.
Hânendeler arasında, kıymetli genel müdürümüz Ömer Faruk Belviranlı da vardı. O gün Bayatî Mevlevî Âyini icra edildi. Bayatî Mevlevî Âyini icra edilmesinde de bir hikmet vardı tabii. Bestekârı bilinen en kadim Mevlevî âyini olan bu eser, Kûçek Mustafa Dede’ye ait. Kûçek Mustafa Dede’nin kabr-i şerîfleri ise Afyonkarahisar Mevlevîhânesi’nde bulunuyor. Bugün sandukası yerinde olmasa da bazı büyükler, kabrinin günümüzde hanımlar mahfili olarak kullanılan kısımda olduğunu söylemişler.
Şimdi de biraz işin mutfak kısmına girelim. Semâzen için meydanın, zeminin pürüzsüz ve düz olması çok önemlidir. Semâzenin çarkı çok düzgün olsa bile eğer zeminde problem varsa, zikir yerine, yani rabıta ile semâ etmek yerine, bedeni ile meşgul olur. Öyle zeminler vardır ki semâzen düşmemek için semâ eder, öyle zeminler vardır ki semâzeni semâya teşvik eder. Bir çark atarsın sanki ikinci çarkı da zemin atar. Maalesef Afyonkarahisar Mevlevîhânesi’nin avlusunda icra ettiğimiz semâ; ilk verdiğim örneğin içerisinde idi. Semâ için hazırlanan platform, mermer zeminin üzerine basit tahta parçalarının alelade birleştirilmesi ile oluşturulmuş, birleştirilen yerlerde ise adeta kot farkı var, bir de buna eğim sorununu ekleyin.
Eğer eğim olursa, semâzen eğimin zıt istikametine doğru çark atar, bu da ekstra efor ister. Neyse, burada izah etmeye çalıştığımız durum, işin mutfak kısmını oluşturuyor. Yani izleyenlerin pek farkında olmadığı ama semâzenlerin ciddi zorlandığı bir durum. Sanki biraz pesimist oldu. O zaman optimist bir yaklaşım sergileyelim. Mekânın önemli olduğundan bahsetmiştik. Zor bir semâ olsa da rabıtamızı orada bulunan zevât-ı kirâma yapmaya çalıştık. Büyüklerden himmet dilendik. Üçüncü selâma gelindi, hanendeler coştu da coştu, kimi hânendeler âyini bir üst oktavdan okudu. Semâzenler de daha hızlı çark atmaya başladı. O sırada sanki zemin unutturuldu ve sema bizi içine aldı. Semâ sırlandığında ise ne bir yorgunluk kaldı ne de zemin meselesi.
“Peki, niçin içeride, asıl meydanda semâ yapılmadı da avluya bir platform kuruldu?” diye soru sorduğunuzu duyar gibiyim. Evet, haklısınız. Güzel bir soru. Ümit ediyorum ki tarih boyunca en önemli mevlevîhânelerden biri olan bu mekânda, bir dahaki sefere asıl meydanda semâ yapılır. Belki de semâhânenin muntazam ahşap zemini, yıllardır semâ yapılsın diye bekliyordur…