Bu Kültür Nereye Gitti? - Hasanzade Yusuf

news

Şu sıralar siyasi çevrelerce tartışıladuran harf inkılabı meselesi, birçok farklı yorum alıyor. Tarihi vaka üzerine biraz olsun ışık tutmayı vazife addederek, bu satırları kaleme alacağım. Fakat vakıanın nasıl geliştiğiyle ilgilenerek yürümeyi düşünmüyorum. Bendeniz meselenin başka bir boyutuna odaklanmak istiyorum. Zira M. Kemal’den önce de harf değiştirmeyi düşünen bir takım insanlar mevcuttu. Zannederim bu meselenin kilit noktası, Latin harflerine geçip geçmemekte de saklı değil. 

Evet, İslam’ın ilk iki asrında merkezden hızla hareket eden kutlu nesillerin gayretleri ile azatlı köle çocuklarının ilme olan iştiyakı, Nabati yazısının gelişip tam bir İslam alfabesi hüviyetini almasına sebebiyet vermiştir. Akabinde Türklerin, Hintlilerin ve Farsların da kendi dillerindeki özel harfleri İslam harflerine ekleyerek kullanmasının arkasında, muhakkak Araplığın değil İslam’ın tesiri vardır. Bir nevi Arap-Nabati yazısının Müslüman olmayan Arabın elinde gelişmemesinin sebebi de burada aranabilir. 

Bizi bir gecede cahil bırakan karar, dolayısıyla İslam yazısından Latin alfabesine geçişimiz değil, o süreçte yaşanan “dil devirimi”dir. –aç’lı –tay’lı kulak tırmalayan kelime arayışları da “Yunus’un önünde diz çöküp kelime-i şehadet getiren” Türkçeye bir suikastı ifade ediyordu. Dilimizi kısırlaştıran, bizi ifade etmekte güçlüğe iten en önemli müdahale, burada yaşanmıştır. Bunu yapanların da arkalarına aldıkları güçlü bir tez vardı: anlaşılmamak. 

Fakir, on beş senedir Osmanlıca ile meşgulüm. Her seviyeden metinler okumaya ve okutmaya devam ediyorum. Son dört senedir de daimi olarak ders veriyor ve çeviriler yapıyorum. Buna çeviri demek zorundayım çünkü İslam harfleriyle kaleme alınmış son 250 yıllık evrakların tamamında, anlaşılmamak üzere kaleme alınmış hissi veren bir dil bizi karşılıyor. Hatta kimi zaman katipler bile bu kalıplarda yanlış kelimeler kullanarak, metinden koptuğunu gösterecek işaretler veriyor. Metnin içerisinde kaybolmuş olan kâtibe ya da dikte ettiren kişiye bir örnek vereyim: 

“…Dervişan-ı Mevleviyye sakin olub leyl ü nehar it’am-ı taam ve adab-ı tarikat-ı Hazret-i Mesnevi icra ve ibkasına el-haletü hazihi…”

1254/1838 tarihli bir evraktan aldığım bu pasajın yukarı kısmında, bir buçuk satır uzunluğunda isim ve sıfat tamlaması var. Hele bir de kalem erbabının birbirlerine gönderdikleri mektupları görseniz “Aman ya Rabbi!” dersiniz. Bunları bahane eden dil devirimi savunucuları yüzünden; yukarıda arz ettiğim evrakların yanı sıra hemen hemen bütün yazılarda gördüğümüz şiir söyleme, Arapça ya da Farsça beyit alıntısı yapma, dini kıssalara telmihler, atasözü olacak kadar şöhret bulmuş Arapça-Türkçe, Farsça-Türkçe cümleler yitip gitti. 

Sahi cehaletimize bir de bu noktadan baksak! Bir gecede değil belki ama o geceden başlayan süreçte Arap, Fars ve Türk edebiyatlarının dil hayatımızı zenginleştirdiği bir hazineden, nasıl mahrum kaldığımızı konuşmak icap etmiyor mu? Bugüne kadar tesadüf ettiğim her metinde bunlarla karşılaşmışımdır. Canlı bir misal vereyim. Geçenlerde Boğaziçi köylerinden Dereseki’nin imamlığını yapmış bir zatın terekesini getirdiler. Sadece o küçük bakiyyede bile Hafız-ı Şirazi’nin Divanı vardı. Hayat hikayesini yazdığı evrakta, ilmi kabiliyeti göze çarpıyordu. Peki bugün İstanbul’un bırakın uzak bir köşesindeki imamını, selatin camilerinde görev yapan kaç imam Hafız okumuştur ya da ondan alıntılar yaparak vaaz kürsüsünde halka hitap etmektedir? 

M. Akif’in, Cahiliye şiiri uzmanı oluşunun yanı sıra Sadi’den alıntıları da meşhurdur. Bugün şiir demeye bin şahit lazım gelen müteşairenin kaçı, Bostan ve Gülistan’ı, Fuzuli’yi okumuş ve onun üslubunca bir yol tutturmaya gayret ediyor? Bizim yitirdiğimiz, hiç şüphesiz İslam’ı irfanla yoğurup hayata getirmiş olan o lisandır. Bu söylediklerime inanmayanlar, Anadolu’nun ücra köşelerinde yetişmiş ozanların, tasavvuf erbabı aşıkların “parmak hesabıyla” yazdıkları şiirlerdeki, ayet ve hadis atıflarına şöyle bir bakabilirler. Ya da köy odalarında Niyazi Mısri gibi zatların divanlarının ezberden okunduğuna şahitlik eden neslin röportajlarını dinleyebilirler. Artık soruyorum sahi o kültür nereye gitti?