Son zamanlarda bu üç kavramın önemi hakkında geçmiş yıllara kıyasla -mevcut siyasi yapının da ön ayak olmasıyla- basın yayın organlarında birçok çalışmalar halkın alakasına sunulmakta. Bu haliyle bile umut verici gelişmeler olarak görülmesi gerekse de bu işin çıktısının yansıması bizleri ye’se düşürmekte. Zira halkımızın bu üç kavramın önemini sadece kabul ve takdir etmekten öteye gitmediğini üzülerek görüyoruz. Bu hal ise içi boş, hamasi birkaç sözle geçiştirilip, kamplaşmaya, ötekileştirmeye daha fazla zemin hazırlamaktan öteye gitmiyor. “Dil, din, tarih çok önemli…” denilerek başlanan konuşmalarda “Dünyayı dört aile yönetiyor…”, “Bu Rockefeller var ya…”, “Üst akıl çalışıyor…”, “Tanrıya savaş açmışlar..” gibi zahmetsizce tepkilerden öteye geçilemiyor maalesef.
Bu noktada, bu zihinsel tutukluluk halinden biraz uzakta durarak bu kavramlarla kendimizi tezyin etmenin yollarını arayacağız. “Bu kavramlarla tezyin olmanın ne önemi var?” diye soracak olursanız, cevaben deriz ki bu kavramlarla benliği imar olmuş bir fert; doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayırt ederken, yanlışın ve çirkinin varlık alanına tecavüz etmemenin de gerekliliğine ayacaktır. Çirkinin güzel için, güzelin de insan için olduğunu düşünerek, çirkine karşı kuru bir reddedişten sıyrılıp, onu bir alet gibi kullanmayı öğrenmiş olacaktır. Tam bu noktada, “Türklerin tebliğ modeliyle alakalı bir esere bakınız…” vermeyi çok isterdim lakin Türklerin tebliğ modellerinde, farklı olanı göğüslemesini hakkıyla konu alan bir çalışma maalesef bilmiyorum.
Dünya üzerinde herhangi bir milleti tanıma için soracağımız bütün soruların aslında bu üç temel kavram etrafında şekillendiğini görüyoruz. Bizim bu zamanda başka milletlerden ziyade kendi milletimizi tanımaya öncelik vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu sebeple bu mübarek üçlü ile kendimize bir ışık tutma gayretinde olacağız.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi “ayırt etme” özellik olarak insandan beklenebilecek en güzel niteliklerden biri olarak kabul görmüştür. Nitekim kutsal kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’in bir diğer isminin de “iyi ile kötü, doğru ile yanlış arasındaki farkı gösteren” anlamına gelen “Furkan” olduğu hepimiz tarafından malumdur. Sağlıklı kararlar ve seçimler için toplumların ve insanların ayırt etme vasfının sağlam temeller üzerinde durması gerekiyor. Dil, din, tarih gibi hayati kavramlar hakkında da bu vasfın işler bir durumda olması ayrıca önemli. Bu sebeple; dilin, dinin ve tarihin; Türkçe olan halini bulup, genel anlamından sıyırırsak bize ait olanı fark etmiş oluruz kanaatindeyim. Çünkü biz en güzel biz’le tezyin ediliriz.
Zir u zer ile hiç tezyin olur mu eşşek,
Kıymete maruf müzeyyin ancak insan olsa gerek.
Bize ait olanı ki buna öz kimliğimiz de dahil, biz olmadan alamıyoruz. Biz kavramının en temel hayati dinamikleri olan din, dil, tarihi de bizce işlemenin hayatiyetini böylece belirtirken artık Türk Dili, Türk Tarihi hatta belki yadırgayacaksınız Türk Dini kavramına geçmemizin zamanının geldiğini söylemek isterim. Tarih meydanlarında bir tevazu abidesi olarak at koşturmuş Türk kavminin, kurmuş olduğu hiçbir medeniyette kendi kavmini ön plana çıkarmamış olması; bugünün vasıfsız muhterislerinin, Türklerin tarih sahnesinde hiç olmamış gibi davranmalarına sebep olmuştur. Bu sinsi muhterislerin bu hareketi bize güzel bir arifin şu güzel, “Fazla tevazu gösterme… İnanırlar…” sözünü hatırlatıyor.
Şol yiğide amelinde tevazu etse dahi icab,
Etmez ol vassafa ki örtmez nam-ı yiğide nikab.
Bugün bilginin geliş yoğunluğunda muhteşem bir çokluk olması insanımıza her şeyi bildiği hissiyatı veriyor olsa gerek ki herkes biliyor… Bildiğini sanıyor, daha da acı olanı; bilmenin böyle bir şey olduğunu düşünüyor… Oysa bilgi, insana ait iç mekanizmanın eseridir. Yani kulağımıza çarpan onca malumat bilgiden ziyade haberdir. Bunu bilgiye çeviren ise insanın kendisidir. Gelen haberin doğruluğunu merak edip araştırmadan, faydasını tartmadan, zararından emin olmadan, haberi getiren kanalların güvenirliliğine bakmadan; salt haber olarak kabul etmek insana yakışan mıdır? Daha gelen haberin işlenmesindeyiz, bir de gelen haberin doğru ele alınması var. İşte bahsetmiş olduğumuz ayırt etme budur.
Yüz yıl oldu… Uykusunda olan, medeniyetler banisi bu millet; bugün zillet çukurunda çırpınıp durmakta. Her şeyden haberinin olması, her şeyi bildiği zannına düşürüyor onu. Bu haliyle tahammülsüz, gayretsiz, ülküsüz ve en önemlisi hiç olamayacağı kadar vicdansız bir toplum görünümü veriyor. Modern zamanın dayattığı yöntemlerle, bilim ve fen yapmaya çalışıyor. Tarihini, dilini ve dinini de bu dayatılan yöntemlerle yapmayı kendine marifet sayıyor. Kendisi için biçildiğini zannettiği bu kıyafetin aslında kefeni olduğunu fark edemiyor. Yeryüzünde kanına girmediği millet kalmamış garbın hümanizmasına öykünür bir hale gelmişiz. Eli kanlı bu zalimlerden kabul ve takdir bekler hale gelmişiz.
Bu sebeple sizlerle Türk dil, din ve tarihini ayrı başlıklar halinde inceleme niyetine girdik. Takip edeceğimiz sıralamanın da ayrıca bir önemi olması, bu kavramların birbirinden daha önemli ya da önemsiz olması anlamına gelmiyor. Temsil ettikleri halkaların genişlik farkları, tıpkı bir girdap gibi tek ve en doğruya götürecektir inşallah…
Bir sonraki yazımızda Türk tarihinden bahsedeceğiz.