Geçmişten Korkmak - Abdullah Gürsoy

news

Dünyanın herhangi bir yerinde teknik alanda üniversite okuyan bir öğrenci hayal edin. Bu öğrenci okulda öğrendikleri ile kendisini yetiştirmek istiyor. Bir şekilde kendi sahasında çalışan tecrübeli bir kişiye ulaşıyor ve hangi kitapları (veya günümüzde videoları) tavsiye ettiğini soruyor. Soruya muhatap olan kişinin -eğer çok temel bilimsel alanlardan tavsiye vermeyecek ise- aklında hemen şu sorular uçuşmaya başlar:

- Şu kitabı tavsiye etsem, yok, o teknik artık kullanılmıyor.

- Şu teknoloji artık eski. 

- Biz üniversitede bunları öğrendik fakat 5 sene önce onlar değişti. 

Evet, eğer dünyadaki birçok ülkenin üzerine odaklandığı bir sahada çalışıyorsanız; bu sorular sizin için çok doğal çünkü hemen hemen her yıl başka bir şey değişiyor. Hatta bu bahsettiğimiz konunun literatürde bir ismi var: FOMO (Fear of missing out/Değişikliklerden geri kalma korkusu.)

Yine aynı şekilde izlediğiniz sunumlarda artık değişimin doğrusal değil, üssel olarak arttığını işitiyor olabilirsiniz. Peki bunu bir fizik formülü gibi düşünürsek nasıl olur? Formülünüzün içerisinde hızla değişen bir ‘t’ (time/zaman) değişkeni var demektir. 

Şimdi burada bu konuya biraz ara verelim ve diğer bir korkudan bahsedelim. Bu korku literatürde şu an yok. Bunu ben ekliyorum: FOO (Fear of old/ Geçmişten korkmak.) Bu korku gezdiğim ve yaşadığım ülkelerden, tanıştığım farklı milletlerdeki insanların bazılarında vardı, bazılarında yoktu. Şu veya bu şekilde diyerek konuyu başka mecralara taşımak istemiyorum fakat teşhis edilmesi gereken bir nokta var: Biz veya başkaları neden geçmişleri ile mutlu yaşar ya da aşağılık kompleksi duyar? 

Durun, hemen konuyu güncel platformlarda dönen kısır muhabbetlere bağlayacağımı düşünmeyin. Acizane; argümanın veya anti-argümanın; doğru olup olmasa da şiddetlerine göre insanın bilinç altında farklı tesirleri olduğuna inanan bir insanım. Yani bir şeyi çok fazla savunmak da o konuya zarar verebiliyor.

Peki bunun bir ortası olabilir mi? Basit bir meslek örneğinde bile bugün çok hızlı değişiyor ve geçmiş ile de doğuştan gelen bir kavgamız var. Bugünü inşa etmeye çalışıyoruz ama insan olarak bir dayanağa da tutunmaya ihtiyacımız oluyor. Geçmişi, -bugün aldığımız bilgileri unutarak- nasıl değerlendirebiliriz? Evet, bunu yapabiliriz fakat bunun için yukarıda bahsettiğim formülün içerisindeki ‘t’ (zaman) değişkenini çıkartmamız ve formülü tamamen baştan kurmamız gerekiyor. Bu formülün odak noktasında doğrudan yaşadığımız çağ yok, politik tartışmalar yok. Bu formülde “insan”, “alem” ve insandaki “varidat” var. 

Bu formüldeki “insan” sosyal olarak rahat veya savaş olan bir coğrafyada da doğabilir. Zengin veya fakir olabilir. “Mekân” onun için bir tiyatro dekoru gibidir. Onun için önemli olan oynadığı “rol”ü “aşk” ile oynayarak içerisindeki “varidat”ı dışarı çıkartmasıdır. Artık onun için şikâyet etme kapısı kapanmıştır. Hata var ise düzeltir, doğru var ise devam ettirir. Hatta iç dünyasında alış-verişi olan alemi de değişmiştir. Onun pazarı; kaybolacak yeryüzü ile değil; kaybolmayan bir alem ile olmuştur. 

Aslında bu bakış açısı şöyle ifade edilmiş:

Bir semavi nağme icad eyle kim Cibril’i aşk,

Şehber-i Kudsi’sini mızrabı saz etsin sana.

(Öyle bir ilahi beste meydana getir ki, o besteyi çalmaya yeryüzündeki sanatçılar değil; aşk Cebrail’i gelsin ve kutsal kanadını senin bestende çalınacak enstrümana mızrap yapsın.)

Bu seferlik yazımız Fransız sanat filmleri gibi aniden sona ersin ve siz değerli okuyucularımızı bu konu üzerinde biraz düşünmeye davet edelim. 

Bir diğer yazıda görüşmek üzere…