Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-Nüfûs’undan - Hasanzade Yusuf

Bir zaman gelir, taliplere (Hakk’ı talep eden dervişlere) bir şeyler görünür, onu dile döküp söyleyemez olur, şeyh ise onu veliliğiyle bilir. 

news

(…) Bir zaman gelir, taliplere (Hakk’ı talep eden dervişlere) bir şeyler görünür, onu dile döküp söyleyemez olur, şeyh ise onu veliliğiyle bilir. 

Bir zaman gelir, talip zikre devam ederek beşeriyetinden tamamen fani olur ve manevi sarhoşluğa (sekre) düşer. 

Bir zaman gelir, ruh bedenden çıkar gider, bilmeyenler, öldü sanıp gömmeye götürürler. Talip zayi olur, gider. 

Bir zaman olur, talibin ruhu fani olur, hakiki insanın varlığından hiçbir şey baki kalmaz.

Bir zaman olur, talibi insanlık alemine getirip uyandırmaya ve insanlık menziline eriştirmeye, tasarruf* sahibi bir mürşit gerekir.

Kimi zaman mürşitler böylesi talibi ava götürürler. Kimi zaman da alır giderler, talip kendisi bile ne olduğunu bilmez. Eğer talip kendi seyrini bilirse yolda kalır. Onun için talibe bildirmezler. Kimi talipse kendi seyrini ve mertebesini bilirse, durur ve yürümez. Kimi ise mertebesini bilince daha fazla yürür. Kâh mürşit talibi akıldan, candan, nefisten, gönülden ayırır ve böyle cansız, akılsız, gönülsüz ve nefissiz alır gider. Zira yolda öyle yerler vardır ki, akıl ve can, gönül ve nefis oraya sığmaz. Bir beyitte:

“Ko bu yoldaşlarını yalınız ol!

Sen dahi sığmazsın anda [oraya] sensiz ol!”   

denilmiştir. 

Acem erenleri de şöyle demişler:

“Her gece biz, seher vakti yeri özler, öyle gideriz; fakat gidişimizi kendimizden bile gizleriz.”

“Sevgilinin ülkesinde, akıl ve can taşınmaz bir yüktür, yar ile aramızda perdedir; bu yüzden akıl ve canı da terk eder, aşkın izinden yürür gideriz.”

Vakit olur, talibin yolu mekansızlık, nişanesizlik alemine düşer. Kimi yerde; mekân olur, zaman olur, nişan olur, orada yol da vardır. Ama mekânın, zamanın, yolun olmadığı, yolcunun bulunmadığı yerler vardır. Oraya Hakk’ın cezbesiyle, Allah’ın yardımıyla ve mürşidine uyarak nice kere varmış, gidip gelmiş mürşit gerekir. Aşk mekansızdır, nişansızdır, orada talibin tasarrufu yoktur. Nefsin ise hiçbir tasarrufu yoktur. Aklın, nefsin ve canın tasarrufu; beşer alemindedir yani görünen alemle sınırlıdır. Aşkın tasarrufu ise beşeriyet aleminden ötedir. 

Bu yola gitmek isteyen talip, kendini bir mürşide teslim etmelidir. O mürşit de aşk alemine ulaşmış olmalı, talibi terbiye ederek, telkinlerde bulunarak, Allah zikri ile beşeriyetten fani etmelidir. Böylece talip nişansız bulur, elsiz ve ayaksız mürşidi onu alıp gider. 

Kimi zaman talibe Hak Teâlâ’dan, tabirinden herkesin aciz kaldığı, manasını yalnız Allah’ın bildiği birtakım tecelliler olur. Onu Allah’a ısmarladığında, tabiri de Allah katından bahşedilir.

Kimi zaman yola yeni girmiş talip, seyri sırasında enfüs aleminde kalır. Acemi talip bu alemi temaşa etmeye başlar, onun temaşasına ve zevkine aldanır. Bu nedenle “Bir talibe enfüs aleminden daha müşkül bir şey yoktur.” denilmiştir. 

Talibi buradan geçirmek için bir mürşit gerekir. Niceleri bu enfüs aleminde kalır da kafir olur. Nice zatlar, bu alemde aldanıp kalanın himmetinin** olmayacağını, böylelerinin mürşitsiz yükselip, ileriye gidemeyeceğini söylemişlerdir. Nefislerine, Hak Teala’nın lütfuyla bağışladığı cevherini mağlup edenler, ruhani aleme geçemezler. Ruhaniyet alemine geçiren bir mürşit gerekir, mürşidin sözünü tutmak gerekir. Onu ruhaniyet alemine geçirir, sülûk ettirir. Böylece talip maksuduna erer.

* Tasarruf: Allah’ın izniyle bir şeyleri idare etme kuvveti, gücü.

** Himmet: İnsanı maksada eriştirecek fiili meydana çıkaran niyet; manevi güç.