Hazret-i Mevlana’ya ve Mevleviliğe Dair Yaklaşım Sorunları - İskender Cüre

news

Osmanlı dönemi, fetih sonrası iskân politikaları cami-medrese-tekke üçgeninde şekillenmişti. Tasavvuf ve tarikatlar açısından bakıldığında da bu dönem, tarikatların coğrafyanın tamamına yayıldığı ve hem dini hem de sosyal boyutlarıyla etkili olduğu bir örneği temsil etmekteydi. İmparatorluğun hâkim olduğu her yerde tekkeler vardı ve dervişler toplumun önemli parçalarındandı. Bu durum 1925 yılında çıkarılan tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına dair kanunla birlikte dramatik şekilde değişikliğe uğradı. Netice itibariyle birkaç istisna haricinde yüzlerce tekke kapatıldı ve tarikat faaliyetleri yasaklandı. Söz konusu kanunun çıkarılmasını takip eden süreçten, o yıllara kadar mensupları bulunan tarikatlar da farklı şekillerde etkilendi ve ülkemizde bazı tarikatların faaliyetlerine geçtiğimiz yüzyılda rastlanmadı.

Kendine has adabı, erkanı, musikisi, edebiyatı, mimarisi ve giyim-kuşamıyla en seçkin tarikatlardan biri olan Mevlevilik hakkında ise 1950’li yıllara gelindiğinde istisnai bir durum ortaya çıktı. O dönemde devlet eliyle ilk kez Mevlevi mukabelesi tertip edilmesi yönünde bir çalışma başlatıldı. Hazret-i Mevlana’nın irtihali münasebetiyle, imparatorluk bakiyesi olarak da adlandırabileceğimiz son temsilciler tarafından yeniden icra edilen ayinler, zaman içerisinde bu alanda hem musikişinas hem de semazen olarak yeni isimlerin yetişmesine katkıda bulundu. İlerleyen yıllarda ise Kültür Bakanlığı bünyesinde açılan topluluklar marifetiyle bu faaliyetler meşru bir zemine oturtuldu.

Bu müspet gelişmelerin yanı sıra, özellikle 2000’li yıllarda iyice ayyuka çıkan sorunlarla karşılaşıldı. Bunların başında aslen bir tarikat ayini olan semanın dini hüviyetinin göz ardı edilerek kültürel ve turistik bir kimliğe büründürülmesi yer almaktaydı. Özellikle turistik bölgelerde adım başı semazenlerin yer alması ve kafe, restoran, düğün salonu gibi yerlerde “tarifeli” semazenlerin çıkarılması; sema etmenin “dönmekten” ibaret olduğuna dair bir söylemin oluşmasına sebebiyet verdi. Bu duruma Hazret-i Mevlana’nın eserlerinin “Rumi” mahlasıyla, özellikle yabancı dillerde farklı türevlerle yayınlanmasının da eklenmesiyle, Hazret-i Mevlana’ya ve Mevleviliği dair pek çok yaklaşım sorunu doğdu. 

Günümüzde gelinen noktada, Hazret-i Mevlana’nın eserlerinin ve semazenliğin asıl bağlamından koparılarak popüler kültür öğesi haline getirildiğini söylemek mümkündür. Bu konuda yayımlanan yüzlerce kitabın önemli bir kısmında, Hazret-i Mevlana’nın ayetlere, hadislere yer verdiği yani İslam’ı anlattığı bölümler yok sayılarak, “evrensel” olarak adlandırılan mesajları ön plana çıkarılmaktadır. Bunun sonucunda da çağını aşan bir “filozof”, hümanist, sevgi ve hoşgörü insanı gibi farklı şekillerde adlandırılan Rumi’nin yolunu takip ettiğini söyleyen gayrimüslim Mevleviler, Budist Mevleviler gibi ne idüğü belirsiz kimseler peyda olmakta, işin en acı tarafı olarak ise bu tiplerin ülkemizde de “müşterisi” bulunmaktadır. 

Hazret-i Mevlana’ya ve Mevleviliğe dair yaklaşım sorunlarının temelinde bu alandaki bilgi eksikliğinin yattığını söylemek mümkündür. Okuma ve araştırma konusundaki eksikliklerimiz çoğu kimsenin malumudur ancak ne gariptir ki özellikle hakkında en çok konuşulan bahisler söz konusu olduğunda “sathî” bilgilerle yetinme durumuyla daha çok karşılaşılmaktadır. Vuslatının 748. yılında halen büyük bir hürmetle andığımız Hazret-i Mevlana’dan bahsedilirken, mana itibariyle örtüşmekle birlikte kendisine ait olmayan “Ne olursan ol yine gel!” sözünün en çok dile getirilen sözlerden olması da bu durumun bir göstergesidir. Evet, bu söz Hazret-i Mevlana’ya ait olmadığı gibi hem tercümesi sorunludur hem de yorumları… Burada kastedilen geri dönmek, aslına dönmek, tövbe etmek ve Allah’tan ümit kesmemektir.

Netice itibariyle, Hazret-i Mevlana’ya ve Mevleviliğe dair farklı yaklaşım sorunlarının bulunduğu ortadadır. Babası “alimlerin sultanı” unvanıyla bilinen, kendisi de İslami ilimleri yüksek derecede tahsil etmiş bir alim olan, Mesnevi-i Manevi’de yüzlerce ayete ve hadise yer veren, aynı zamanda 12 büyük tarikattan biri olan Mevleviliğin piri Hazret-i Mevlana’nın günümüzde filozof, düşünür, şair gibi unvanlarla tanıtılması ve Mevleviliğin popüler kültür öğesi haline getirilmesi önemli bir sorundur. Unutulmamalıdır ki; geçtiğimiz Şeb-i Arus etkinlikleri kapsamında tartışmalı hale gelen faaliyetler, uzun bir sürecin neticesidir ve birden ortaya çıkmamıştır. Bu alandaki soruna el atılmadıkça çıplak semazen de görülmeye devam edecektir flamenko eşliğinde sema edenler de…