İstiğfâr’dan Sonrası - Hakan Mutlu

news

Geçen yazımızda söz, istiğfâr ile sırlanmıştı. Seyyidü’l-İstiğfar ile devam etme niyetindeyim. Bu duanın meali şu şekilde: 

“Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Sen’den başka ibâdete lâyık ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lütfettiğin nîmetleri, yüce huzûrunda minnetle anar, günâhımı îtirâf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları Sen’den başka affedecek yoktur.”

İnsan, bu hayatta önce bulunduğu konumu bilmeli. Bir rota belirlese bile, bulunduğu konumu bilemiyorsa, gideceği yere doğru yol alamaz. Seyyidü’l-İstiğfar’ın başında, ilk önce kim olduğumuzun idraki ve zamanında (bezm-i elestte) verilen sözün ve vaadin hatırlanması var. Sonrasında ise bu vaatte elimizden geleni yapmaya niyet etmemiz var. Fakat bu yolculukta (dünya hayatında) bir sürü hatalar yapabiliriz. Bu hatalardan başımıza gelecek ya da gelmesi muhtemel problemlerin şerrinden de Hz. Allah’a firar etmemiz var. Yani özetle, kendimizden de Hz. Allah’a firar ediyoruz ve sığınıyoruz. Sonraki adımda ise bir itiraf var. Hem nimetleri anıyoruz hem de günahlarımızı itiraf ediyoruz. Sonunda ise günahlarımızla bile bizi kabul edecek hatta günahlarımızı bile hasenata tebdil edeceğini vaat eden Hz. Allah’a güveniyoruz. Furkan Suresi, 70. ayette mealen şöyle buyuruyor Rabbimiz; 

“Ancak tövbe edip inanan ve sâlih ameller işleyenler müstesnâ. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirecektir. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” 

Tövbeden sonra Rabbimizin bizden istediği şey sâlih amel. Temizlenmek, aynı zamanda kendi içimizde bir niyet tazelemektir. Salih bir niyet de insanı salih amele götürür. Peki, salih amel işlemek için nasıl gayret edeceğimizi nereden bileceğiz? Yani hayatımızda neleri düzeltmeye çalışacağız? Neleri değiştireceğiz?

Bir dua var. Hitit duası olduğunu söyleyenler var, Budist duası olduğunu söyleyenler var, daha kadim bir dua olduğunu söyleyenler var. Hâsılı kaynağından emin değiliz ama bu duanın bizcesini nakledeceğiz size.

“Allah’ım; değiştirebileceğim şeyler için bana cesaret, değiştiremeyeceğim şeyler için bana metanet, neyi değiştirip neyi değiştiremeyeceğimi idrak edebilmek için feraset ve basiret ihsan eyle.”

İnsan, hayatında neyi değiştirip neyi değiştiremeyeceğini bilemiyorsa, daha yola bile çıkamamıştır aslında. Yol almak için önce hareket planı gerekir. Sizinle bir çalışma yapalım mı?

A4 boyutunda bir kâğıt alın elinize, kâğıdın bir ucuna hayatınızdaki değiştirebileceğiniz şeyleri, diğer bir ucuna değiştiremeyeceğiniz şeyleri not edin. Değiştirebileceğimiz şeylerin sadece kendi davranışlarımızdan ibaret olduğunu göreceksiniz. O da Hz. Allah’ın müsaade ettiği kadar. İnsanın cüz’i iradesi, adından belli olduğu gibi cüz’idir. Hz. Allah (cc) kullarına bir irade vermiştir fakat bu irade tabii ki külli iradenin yani Hz. Allah’ın (cc) iradesinin içerisindedir. Buradaki önemli fark şudur: Hz. Allah’ın bir şeye müsaade etmesi ile o şeyden razı olması arasında fark vardır. İnsan, kendisine lütfedilmiş olan bu cüz’i iradeyi nasıl kullanmalı peki? Kafasına göre istediğini yapmalı mı? Yoksa o cüz’i iradenin verilmesinin bir sebebi mi var? Asırlar öncesinden Hz. Pir Şemseddin-i Sivasî’nin bizlere buyurduğu gibi;

Sür çıkar ağyarı dilden tâ tecellî ede Hakk

Pâdişah konmaz saraya hâne ma’mur olmadan

Cenâb-ı Hakk bizlere bir cüz’i irade vermiştir fakat bizlerin vazifesi, bu iradeyi/kudreti Hz. Allah’tan (cc) yardım dilemeye ve O’nun inayetiyle kendi nefsimizi tezkiyeye, temizlemeye; kalbimize dolan putları gidermeye kullanmaktır. Yoksa bu dünya hayatı son bulana kadar cüz’i iradeyle istediğimiz her şeyi yapabilmemiz için bu irade bize verilmedi. Peki, biz bu iradeyi istediğimiz şekilde de kullanabilir miyiz? Evet! Hz. Allah’ın bunda rızası olmasa da insan eğer Hz. Allah müsaade ederse istediği şeyi yapabilir. 

İrfan geleneğimiz, bizlere hep kendimize bakmamızı, kendimizle uğraşmamızı ve bize verilen iradeyi “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyil-azîm” diyerek kullanmamızı emrediyor.  Burada kendi nefsimize bir uyarı var. Bak sen kendin yaptığını zannediyorsun ama bu yaptığın fiil bile Hz. Allah’ın lütfuyla oluyor. Neden mi? E ayet var azizim; “Sana gelen her iyilik Allah’tandır.” “Ya Rabbi sen bize lütfetmezsen biz yapamayız.” demenin, Peygamber Efendimiz’in (sas) lisanıyla söylenmesinin şeklidir; “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyil-azîm.”

Zikretmek lütfuna erişenlerden olalım. Âmin…

1-  https://www.islamveihsan.com/seyyidul-istigfar-duasi.html

2-  Çıtlak, M. F. Aşkın Bir Noktası. Sayfa; 247

3-  “Güç ve kuvvet, sadece yüce ve büyük olan Allah Teâlâ’nın yardımıyladır.” 

4-  Nisa Suresi, 79. Ayet