Âşıkan lâf ez tebârek rabbüne’l-a‘lâ zenend,
Sâdıkan lebbeyk vahyullâhi mâ evhâ zenend.
Lâ cerem ez âşıkân ü sâdıkân ez sûz-i dil,
Darbhâ ber tabl-ı sübhâne’llezî esrâ zenend.
(Âşıklar, ‘Yüce Rabbimiz pâk ve münezzehtir.’ der; sâdıklar, Hakk’ın vahyettiği için ‘Buyur!’ derler. Şüphesiz âşıklar da sâdıklar da gönülleri yanarak ‘(Kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya) Götüren Allah’ın şânı ne yücedir.’ davulunu çalarlar.)
Mevlevî mukâbelesinde icra edilen âyin-i şerîfler güftelerini ekseriyetle Hz. Mevlana’nın Dîvân-ı Kebîr’inden almış olup, bazı kısımlarında Mevlevîyye’nin sair büyüklerinin güftelerine, çok nadir de olsa Mesnevî-i Mânevî beyitlerine yer vermiştir. Yukarıda yer alan beyitler ise Abdülbâki Nâsır Dede’nin bestelediği Acembûselik Mevlevî Âyin-i Şerîfi’nin 3. selamının başında yer almaktadır. Bu mısrâlarda Kur’an-ı Kerim’den bazı âyet-i kerîmelere işaret edilmiştir.
İlk mısrâda yer alan “tebârek rabbüne’l-a’lâ” kısmı ile Mülk Sûresi 1. âyeti ve Furkân Sûresi 1. ila 10. âyetlere iktibas yapılmıştır. Bahsi geçen ayetler, Allah’ın (cc) şanının ne kadar yüce olduğunu bildirmektedir. Bu mısrâda âşıkların, “Allah (cc) ne mübârektir, O’nun şanı yücedir.” diyerek tefekkürde bulundukları anlatılır. İkinci mısrâda ise “mâ evhâ” kelimesi ile Necm Sûresi 10. âyet olan “Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.” âyetine işaret edilmiştir. Bu mısrâda da sâdıkların Allah’ın vahyine “Emret, buyur ya Rabbi!” diyerek ibâdetlerini yaptıkları, namazlarını kılıp oruçlarını tuttukları anlatılır.
İlk mısrâda geçen “sûz-i dil” kelimesi yani âşıkların ve sâdıkların gönüllerinin yanması ile İsrâ sûresi 36. âyette; kulak, göz ve kalbin insanların yaptıklarından sorumlu olduğunun bildirilmesi arasında bir iktibas vardır. Kulağın duyma hakkı, gözün görme hakkı olduğu gibi gönlün de yanma hakkı olduğunu anlatan müthiş bir beyan.
Dördüncü mısrâda geçen ifadeler ise İsrâ Sûresi 43. ve 44. âyetlere işaret etmektedir. “Sübhân” ile “Tebârek” kelimelerinin birleştiği yer olan İsrâ Sûresi 43. âyette; Allah’ın (cc) her türlü eksiklikten uzak ve çok yüce olduğu bildirilir. 44. âyette ise yedi kat gök, yer ve bunlar içerisinde bulunanların Allah’ı (cc) tesbîh ettiği, her şeyin O’nu hamd ile tesbîh ettiği anlatılır. Ayrıca “sübhâne’llezî esrâ” ifadesi ile de Miraç hadisesinin anlatıldığı, İsrâ Sûresi 1. âyete doğrudan iktibas yapılmıştır.
Birinci beyitte âşıkların Allah’ın (cc) mübârek ve şanının yüce olduğunu söyledikleri, sâdıkların ise Allah’ın (cc) vahyine, emirlerine “Buyur!” diyerek ibâdetlerini yerine getirdikleri, namazlarını kılıp, oruçlarını tuttukları anlatılmıştı. Bununla birlikte ikinci beyitte âşıkların sadece aşk makâmında, sâdıkların da sadece ibâdette kalmaması; ikisinin de birleşmesi gerektiğine işaret vardır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sas) sadece aşk makâmında kalmayıp ibâdet, tâati de çok yaptı. Bunun yanında bizlere ibâdetin yanında aşk makâmını da gösterdi. Mescid-i Harâm’dan, ibâdet edilen, “Lebbeyk!” denilen yerden Mescid-i Aksâ’ya, Allah’a (cc) yükseleceği yere, sâdıkiyetiyle, aşkıyla, Rabbim “Sen ne mübâreksin, ne yücesin!” demekten de yükseksin deme noktasına gelerek ulaştı.