Âyine yani ayna, sözlüklerde insanların kendilerini görmek için kullandıkları, arkası sırlanmış cam olarak tanımlanır. Mir’ât olarak eski metinlerde rastladığımız ayna kavramı; kişinin kim ve ne olduğunu gösterdiği için sıklıkla kullanılan bir metafor olmuştur. Tasavvuf ıstılâhatında ise ayna insan-ı kâmilin kalbidir.
Risâlet-penâhî Efendimiz (sas) “Mümin müminin aynasıdır.” (Aclûnî, II, 294 – İhya,II, 180) buyurmuşlardır. Kalp günahlardan, kötülüklerden ne kadar arındırılırsa gönül âyinesi o kadar parlar, açığa çıkar. Mutahhar (maddi ve manevî ayıplardan temizlenmiş) ve Müctebâ (mahlûkat arasından seçilmiş) olan Efendimiz (sas), tertemiz ve pâk kalb-i şerîfeleriyle tecelli-yi ilahîyi en mükemmel şekilde yansıtmıştır. O’nun yolunu sürenler ise kalplerini tasfiye ederek, cilalanmış âyinelerinden (kalplerinden) hakikati seyreylemiş ve talep edenlere bu hakikati aksettirmişlerdir.
Âyînedir bu âlem her şey Hak ile kâim,
Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür dâim.
Derviş dil beytini yani gönül evini Mevlâ zikriyle pâk eder yani padişah saraya konsun diye gönül hanesini zikirle mâmur eyler. Hak’tan pîre, pirden müride yansıyan ilahî feyzin muhatabı kalptir. Artık kalbe ilahî feyz ve inâyet nüfûz etmeye başlar ve kalp ayna görevi görerek hakikati yansıtır hale gelir. Kalp, Allah’ın sıfat ve esmasının tecelligâhı, marifet ve muhabbetin merkezidir. “Yere ve göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım.” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2:165) hadis-i kudsisi bu duruma işaret eder.
Cenâb-ı Mevlâna (ks) Mesnevî-i Manevî’de eski dönem padişahlarının bir âdetinden bahseder. O kâmil padişahlar kendi sol taraflarına pehlivanları oturturlarmış, çünkü cesaret makamı olan yürek bedenin sol tarafındadır. Kâtiplerini sağ taraflarına oturturlarmış, çünkü yazı ve kalem sağ elin işidir. Sûfileri ise karşılarına oturturlarmış çünkü sûfiler gönül aynalarını görülmemiş suretlerin görünmesi için zikirle, fikirle cilâlamışlardır. O sûfiler ki mânen aynadan daha parlaktırlar. (Mesnevî, C. I, b. 3150-3154)
Âyin kelimesi sözlükte merâsim, tören, âdet, usûl olarak kayda geçmiştir. Tarikatlar merasimlerini ayakta (kıyâmî), oturarak (kuûdî) veya devrederek (devranî) icrâ ederler. Mevlevî âyin-i şerîfi ise Mevlevîlerin semâ yaparak icrâ ettikleri bir zikir merasimidir. Bu merasimde Sultan Veled Devri olarak bilinen bir safha vardır. Semâzenler üç defa semâhanede postnişini takip ederek devrederler ve kırmızı postun önünde aynı anda sağ ellerini kalplerine doğru götürerek baş keserler, yani birbirlerini selamlarlar. Mevlevî cânlarının birbirleri ile bu şekilde niyazlaşması “Hak sizde tecelli etmiştir, gönül âyinenize selam olsun.” anlamını taşımaktadır. Buna mukâbele denilir. Karşı karşıya gelme, cemal cemâle olma halidir. Ayna görevi gören dervişler kişide tezahür eden ilahî tecelliyatı tefekkür ederler. Gönül âyinelerine yansıyan hakikati, muhabbeti ve feyzi paylaşırlar.
Âyînemiz âyîne-i pür-ma’nâdır,
Tasvîr-keş-i dâ’ire-i a’lâdır.
Şeyh Gâlib
(Bizim bu âyinimiz/aynamız yüce dâireyi tasvir eden mana dolu bir aynadır.)
Yukarıdaki eserde destarlı Mevlevî sikkesi formunda “El mü’minu mir’atü’l-mümin.” (Mümin müminin aynasıdır). istifi vardır. Burada sünbüller sanki Devr-i Veledî’de birbirlerine niyâz eden cânların hâlini yansıtır vaziyettedir. Medeniyetimizin engin birikimi sayesinde anlatılmak istenen fikir âdeta bir eser ile özetlenerek sergilenmiştir.
İstif: A. Sacit Açıkgözoğlu
Hat: Esra Şişman
Ebru: Rabia Mütevelli Sözer