Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, bu yıl da Şeb-i Arus münasebetiyle “Hz. Mevlana’yı Anma” başlığı altında çok sayıda etkinlik düzenlendi. Bu vesileyle bizler de farklı zaman ve mekanlarda, mutrib, semazen yahut seyirci olarak bu etkinliklere katılma imkanına eriştik. Özellikle seyirci olarak katıldıklarımda, izlemeye gelenlerin davranışları ve yaklaşımlarını yakından inceleme fırsatı buldum. Bu noktada tespit edebildiğim bazı hususlardan bahsedeceğim ancak öncelikle filmi biraz geriye sarmak istiyorum.
Günümüzde bu nevi etkinliklerden bahsedilirken hem seyircilerden hem de farklı şekillerde bu etkinliklere katılan kişilerden “sema gösterisi” ifadesini kolaylıkla duymanız mümkündür. “Sema gösterisi” tabiri gelenekte yer almadığı gibi burada “gösteri” ile ifade edilen şey, İngilizceden dilimize geçen “şov” kelimesiyle aynı anlamı taşımaktadır. Semanın zamanla kültürel bir forma büründürülmesine dair çabaların da etkili olduğunu düşündüğüm bu kullanım, son derece hatalıdır. Evet, gerçekten de günümüzde semazenliği “şov” olarak yapan bazı kişiler ve gruplar vardır ancak bu durum, semanın asli hüviyetinden oldukça uzaktır.
Bu hususta hem gelenekte kullanılan hem de günümüzde kullanılmaya müsait farklı tanımlar mevcuttur. Buna binaen örneğin Mevlevi mukabelesi, ayin-i şerif yahut Mevlevi ayini ifadelerini kullanmak mümkündür. Mevlevi ayini denildiğinde ise özellikle bazı kesimler ayin kelimesine şiddetle karşı çıkmakta, itirazlarını dillendirirken de “Ayin Hıristiyanların ayinidir, Müslümanların ayini olmaz.” gibi cümleler sarf edebilmektedir. Belki bu itirazlara şaşıracaksınız ama bu işlerin biraz içerisindekiler olarak bizler, bu nevi itirazlarla sıkça karşılaşmaktayız.
Ayin konusuna gelirsek… Farsça kökenli bir kelime olan ayin; sözlükte usul, adet, görenek, ibadet tarzı gibi farklı anlamları taşımaktadır. Sözün özü, Müslümanlar kendi ayinleriyle; inançlarına uygun adetlerini, usullerini, göreneklerini yansıttıkları gibi Hıristiyanlar da kendi inançlarına uygun şekilde ayinlerini icra ederler. Evet, özellikle tekke ve zaviyeler kapatıldıktan sonra, tarikat faaliyetlerini devam ettirenler hakkında “Ayin yapanlar yakalandı.” benzeri haberler basına yansımış ve ayin kelimesi zamanla olumsuz bir manaya da büründürülmüştür. Süleyman Çelebi’nin mevlidi, Mevlevi ayinleri yahut tekke şiirlerinde yer alan “Tanrı” tabiri gibi... Halbuki tarihi kaynaklara bakıldığında hem Mevleviler hem de diğer tarikatlar için “ayin-i tarikat icrası” tabiri kullanılmıştır. Bu sebeple sema için ayin denilmesinde hiçbir mahzur yoktur.
İsimlendirme konusunda anlaştığımızı ümit ederek, Mevlevi mukabelesini seyredenlerin davranışları ve yaklaşımları konusuna döndüğümüzde ise, üzülerek aktaracağım bir seyirci kitlesinden bahsedeceğim. Mevlevi mukabelesi izlemeye gelen seyirciler arasında maalesef tiyatro yahut konser izlerken bile hoş karşılanmayacak şekilde davrananlar bulunmaktadır. Bacak bacak üstüne atanlar, başını yanındakinin omzuna koyarak yahut el ele tutuşarak izleyenler… Bunlar sadece bahsedebileceğim birkaç örnek. Evet, karşımızdakiler netice itibariyle seyirciler ve dilediklerini yapmakta da özgürler ancak tamamına yakınının Müslüman olduğu ifade edilen bir memlekette, insanlarımıza bu şuuru verememek ne kadar acı…
Tabii ki bu durum kendiliğinden, birdenbire ortaya çıkmadı. Mevlevi mukabelesi sema gösterisine dönüşürken seyirciler de dönüştü ve değişti. Semanın görsel yönü kuvvetli ve dünyanın her yerinden insanın ilgisini çeken bir yapıda olduğu doğru ama yine filmi biraz geriye sararak baktığımızda, esas itibariyle tarikat ayinlerinin “seyirlik” bir faaliyet olmadığı ortadadır. Bazı tekkelerde kafes yahut züvvar maksuresi olarak adlandırılan bölümlerde ziyaretçi kabul edilmekteydi ancak takdir edersiniz ki durum günümüzden oldukça farklıydı. Misafir olarak bir tekkeye gelenler, Müslüman dini kültürünün içinde yetişmiş, o potada erimiş ve kendi medeniyetine bigâne kalmayan kimselerdi. Bugün ise “devran” tersine döndü. Mevlevi mukabelesi boyunca canlı yayın yapmak, fotoğraf veya video çekmek üzere telefonunu elinden düşürmeyen seyirciler; öncelikle birbirlerine “Şu semazen nasıl hızlı dönüyor?” veya “Semazenlerin başı dönmüyor mu?” diye soruyor. “Semazenler neden dönüyor?” sorusunu sormak belki de pek çoğunun aklından bile geçmiyor. Halbuki böyle olmamalı… Medeniyetimizin olgunluğunun en önemli nişanelerinden biri olan Mevlevi mukabelesi icra edilirken hem icracılar hem de seyirciler olarak müşterek bir zeminde buluşabilmeli ve hep birlikte bu mirasın korunması gayesini güdebilmeliyiz. Konuya katı bir gelenekselcilikle baktığım düşünülmesin, değişim tabii ki normaldir ama seyri de “tabii” olmalıdır.
Günümüzde semanın gösteri olarak sunulması veya algılanmasının nasıl bir sürecin ürünü olduğu ayrı ve uzun bir tetkikin konusudur, eskilerin tabiriyle bu mevzu “daha çok su kaldırır.” Hz. Mevlana’nın türbesi ziyaret edilirken neden galoş giyilir, hanım ziyaretçilere neden baş örtüsü verilmez, çok sayıda Mevlevi büyüğünün bulunduğu türbede neden Kur’an-ı Kerim okunmaz da ney kaydı dinletilir, türbe ziyarete açıkken türbe içerisindeki mescid neden ziyarete kapalı kalır, Hz. Mevlana’nın türbesini ziyaret etmek için bir dönem neden ücret alınmıştır? Bunlar birbirine bağlı ve birbirinden zor sorulardır, cevapları da sonraki yazılarda aranmaya çalışılacaktır…