Yazılımcılıktan Semazenliğe I - Abdullah Gürsoy

news

Merhabalar! 

Aslında bu yazıda yine kavramlardan, olaylardan konuşmayı düşünüyordum fakat şöyle bir düşünceye kapıldım. Birçok film izledim, içlerinde en hoşuma gidenler ya gerçek hayat öyküleri ya da benimle alakalı olanlar oldu. Özellikle günümüzde her yerde kavramlar konuşuluyor ama insanı etkileyen neticede yine insan hikayeleri oluyor. Gördüğüm kadarı ile özellikle gençler; kişilerin kendilerinden yükseklere oturarak, hiç elini suya sabuna sokmadan kavramları hatırlatmasından nefret ediyorlar. 

Aslında kavramlardan konuşan büyüklerimiz muhakkak o işin sahasında da bulunduklarını, belki şahsi hatıralarını, hatalarını, tecrübelerini aktarmalı ki karşı tarafta “bu bir gerçek” duygusu uyansın. Maalesef eskisi gibi tek bir aklımız yok. Artık yoğun iletişim ağları ile bir de “protez aklımız” var. O nedenle sizi dinleyenlerin; anlattıklarınızı, “Acaba bu protez akla yönlendirilecek hayali bir ürün mü yoksa gerçek akla mı gitmeli?” diye sizi sorguladığını unutmamalısınız. 

İşte bütün bu nedenlerle biraz daha kişisel konularda yazmaya karar verdim.

Daha önce ne yapıyordum?

İstanbul Fatih’te yaşayan sessiz bir lise öğrencisi iken 2008 yıllarında içimde bir merak uyanmaya başladı. Daha sonra iki sene şehir dışında üniversite öğrencisi olarak okudum ve burada yoğun bir şekilde yazılım ile ilgilendim. Ardından bir sene yurtdışı eğitimi... Aile ve arkadaşların olmadığı bir ortamda iyice kütüphanelere kapanmıştım ve yazılım projeleri ile uğraşıyordum. Bu süre zarfında iki kere üzerime kütüphane kilitlendiğini söyleyebilirim. 

Devamında tekrar iki senelik bir üniversite hayatı... Günün tamamı kütüphanelerde yazılım ile geçiyordu. Coursera gibi platformlardan yabancı üniversite derslerine katılma imkânı yeni başlamıştı. Stanford Üniversitesi’nden Alex Aiken’nin Compiler derslerini takip ederek TürkÇE isminde bir yazılım dilini üniversite bitirme projesi olarak hazırladım. İlk kez yazdığım Türkçe kod, düzgün çalıştığında “Çalıştı!!” diye kütüphane kafeteryasında bağırdığımı hatırlıyorum.

Bunların yanında içimde uyanan merak ile hususi sohbet meclisleri, tekke musikisi meşkleri ve Mesnevi derslerini takip ediyordum.

Üniversite 3. sınıf öğrencisi iken sema meşk ettim. Yenikapı Mevlevihanesi’nde Hafız Hüseyin Top Dede tarafından sikkem tekbirlendi.  

Bir yandan okul devam ederken bir yandan da Yenikapı Mevlevihanesi, Galata Mevlevihanesi gibi mekanlarda Mevlevi mukabelesine çıkıyorduk. Beykoz belediyesi Şeb-i Arus haftası nedeniyle bir program düzenlemişti. İlk kez mevlevihane dışında çıkacağım o programdan önce orada bir kafe bulup, android programlama ödevini yaptığımı da hatırlıyorum. 

Üniversiteden sonra

Üniversite tamamlandıktan sonra hemen çalışmak yerine 1,5 sene boyunca bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü olarak vazife aldım. O kuruluşun yazılım işlerine bakarken bir yandan da canlı yayın sistemleri üzerine bir proje geliştirdik. Bizden biraz sonra Periscope uygulamasının çıktığını düşünürsek, o zamanlar trend bir konu idi. Pek bir netice alamasak da orada kullandığımız yazılım programları, iş hayatından da bazı kapıların açılmasına vesile oldu. 

Bu süre zarfında yurtdışındaki sema programlarına katılma fırsatı yakaladık. Kazakistan, Almanya, Tayvan, Bosna Hersek. Aynı zamanda Türkiye içerisinde birçok şehirde bulunduk: Diyarbakır, Kayseri, Gaziantep, Kastamonu...

İş hayatı

Sonrasında TRT ailesi ile tanıştım. Televizyon izleyen birisi değildim ve bizim jenerasyon için TRT çok da ünlü bir kanal değildi açıkçası. Yoğun olarak TRT World’e hizmet veren bir firmada işe başladım. Daha sonra TRT ailesine katıldık. 5 sene boyunca orada yazılımcı olarak vazife yaptım. Bu esnada yıllık izinlerden kullanarak sema ayinlerine katıldığım da oluyordu. Birkaç defa sema kıyafetlerimin bulunduğu bavul ile iş yerine gelip, çıkışta servis ile Bahariye Mevlevihane’sindeki akşam programlarına katıldığımı da hatırlıyorum.

Nimete şükür anlamında belirtmek istiyorum ki; iş hayatındaki bire bir görüşmelerde müdürüm tarafından beyan edilen memnuniyet ifadelerinin ve işten ayrılırken “İstediğin zaman tekrar geri başlayabilirsin.” cümlelerinin aslında hep yukarıda bahsettiğim manevi hayatın bereketi olduğuna inandım ve inanmaktayım.

Bu yazı biraz kendini tanıtma gibi oldu ve dergimizin politikası olan 500 kelime sınırını çok aşmış bulunmaktayız. Bir sonraki yazıda Kültür Bakanlığı bünyesine semazen kadrosu ile geçişi ve bizzat yaşadığım mühendislik, proje yönetimi gibi aradaki paradigma farklılıklarından bahsedeceğim. 

Hürmetlerimle...